Enter your email Address

Perşembe, Mart 30, 2023
  • Kurmancî
  • سۆرانی
  • Türkçe
  • Deutsch
  • English
[email protected]
Nûçe Ciwan
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojhilat
      • Rojava
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
  • Gençlik
    • Öğrenci
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Nûçe Ciwan
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojhilat
      • Rojava
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
  • Gençlik
    • Öğrenci
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Nûçe Ciwan
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Anasayfa Derinlik Analiz

Güneşin Sofrasında- Ali Haydar Kaytan’ın anlatımından Önder Apo -II-

27/01/2023 - 0:11
içinde Analiz, Haberler, Manşet, Toplumsal, Tüm Haberler
Reading Time: 23 mins read
A A
0
Güneşin Sofrasında- Ali Haydar Kaytan’ın anlatımından Önder Apo -II-
201
GÖRÜŞLER
PaylaşTweetle

HABER MERKEZİ – Devrimcilerin direnişçiliğini anlatan romanlar okunan kitapların vazgeçilmeyenleriydi. Bir sistem karşısında her yönüyle durmanız, direnmeniz gerekiyor. O açıdan direnme içeren eserleri Başkan da bize tavsiye ederdi. Çin devriminde zindanları anlatan Kızılkayalar diye bir roman vardı. Yine Direnme Savaşı, Saygon zindanlarındaki devrimcileri anlatırdı. Mesela her türlü etkinlikte şiirler okur, marşlarla hareket ederdik. Ahmet Kaya’da bir şarkısında “Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz” diyor ya öyleydi. Sonradan artık marşlar söylenmemeye başladı.
Sanatın da bir düzeyi vardı. Toplumsallığı içermeyen her türlü sanat bize garip gelirdi. O dönemde parlayan sanatçıların başında Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur gibi isimler. Neden saçların beyazlanmış arkadaş şarkıları o dönemin şarkılarıdır. Bu şarkılar bizde öfke yaratırdı.
Ruhi Su’yu, Aşık Mahsuni’yi, Aşık Zamani’yi dinlemek bizim için çok daha anlamlıydı. Bunlar, baskılara boyun eğmeyen, halkın sorunlarına parmak basan isimler oluyordu.
Amerikan karşıtlığı hep vardı. Sistemin kötülükleri, aynı zamanda sistemin başı olanda ifadesini bulurdu. Sorumlusu olan güç de bulmak gerekiyor, bir de Amerika her yerde halklar ile karşı karşıyaydı. O dönem Ho Shi Minh yeni vefat etmişti. Fakat Vietnam’da mücadele hala devam ediyordu ve 74 yılı geldiğinde tümüyle Amerika’yı bozguna uğrattı. Tüm güçleriyle çekilmek zorunda kaldı. Laos’ta, Kamboçya’da, Angola ve Mozambik’te mücadeleler vardı. Zaten Önderlik bize hep şunu tavsiye ediyordu:
– Sadece Marks, Engels ya da Lenin’den kitaplar okumak yerine ulusal kurtuluş mücadelelerinin pratiklerini anlatan kitapları da okuyun, diyordu.
Angola’daki mücadelenin bizzat öncüsü olan Agustine Onetto’nun kitabı vardı. Mozambik ile ilgili hakeza öyleydi. Amerikalı Kabral’ın kitapları vardı, yine Giyap’ın halk savaşları üzerine, yine Castro ve Mao’nun kitaplarını severek okurduk. Onlar bizi fazlasıyla etkiliyorlardı.
Başkan her zaman mücadelemizin iki temel olgusundan söz ederdi: Birincisi Türkiye’deki devrimci gençlik hareketiydi; sürekli Mahirlerin ve Denizlerin hareketine karşı kendisini sorumlu hissetti ve onlara ihanet etmemeyi ve onların ideallerine sırtını dönmemeyi esas aldı. Başkan Mamak’tayken bir hareketlilik oluyor ve Denizlerin idam günleri sayılıyor. Başkan Denizleri alacaklarını anlıyor.
Onlar birer önderdi ve Başkan da onları kendisi için sürekli önder gördü. O’nun için Abdullah arkadaş için Önderlerine bağlılık en temel ilkeydi. Bu ilkeyi kendi hareketinin mensuplarına, kendi arkadaşlarına, yoldaşlarına da hep vermeye çalıştı. Tabii faşizm bir kopukluk yaratıyor, “Bitti, artık direnmeyi sürdürecek kimse olamaz” diyordu. Başkan onların bayrağını devraldı. Bize onları hep Mahirleri Denizleri anlatırdı. Büyük bir sorgulama gücüyle onların düşüncelerini, pratiklerindeki soylu direnişi, sosyalizme inançlarındaki kararlılıklarını çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyordu.
Deniz’in idam sehpasında haykırdığı sloganlardan biri, “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” idi. O zaman baktığınızda ortada somut bir kardeşlik ortamı yoktu. Bir halk ezilen ve kimliksiz bir köle durumunda. Diğer halk da özgür görünüyor ama öyle değil. Başka bir halkı ezen halkın asla özgür olamayacağı hep söylenir. Dolayısıyla iki özgür olmayan halkın kardeşliği somutta gerçekleşen bir kardeşlik değildir. Kardeşlik eşitlik üzerine kurulur, kardeşlik paylaşım üzerine kurulur. Kardeşlikte şu senin bu benim yoktur. Her şey ortaktır. Bu ideale ulaşabilmek önemliydi. Deniz’in Türk ve Kürt halkları için haykırdığı sözü Başkan için bir vasiyet oldu. Başkan kendisine o mirasın devredildiğini ve o vasiyetin yerine getirilmesinden kendisini hep sorumlu gördü.
Başkan’ın görüşleri, Mamak cezaevindekiyken olgunlaştı. Kürdistan’ın sömürge olduğu gibi düşünceleri daha önce yoktur. Böyle bir tez hiç dile getirilmemişti. Başkan cezaevinden çıktıktan sonra bunu dillendirdi. Başkan’ın öyle ayrı bir Kürt hareketini örgütleme, direkt Kürt gerçekliğinden yola çıkıp Kürdistan’a özgü bir örgütlenme gibi bir iddiası yoktu. Daha çok sorunu bütünlüklü ele alıyordu. Daha doğrusu Türkiye’deki o devrimci hareketi devralıp o hareketi daha ileriye taşırma iddiası vardı. THKP-C’yi kendine yakın hissetti. Kendini bir bakıma Mahir Çayan’ın liderlik ettiği THKP-C hareketinin bir parçası olarak değerlendirdi. O’nun bu yaklaşımlarını hissedebiliyordum. Eleştirileri de vardı; onların soyluluğu tartışılmaz, halklara samimi bağlılıkları ve sosyalizme inançları tartışılmaz. Teoride eksiklikler olabilir zaten hareketler yeni kurulduğundan bu tür eksikliklerin çıkması da normaldi. Böyle bir durumda çok ideal bir şey bekleyemezsiniz. Teorik ve pratik birlikte olgunlaşır. Başkan’ın bu temelde eleştirel olması gayet normal. Başkan eksiklikleri gidererek hareketi ileriye götürmeyi hedefledi. Dışarı çıktığında Başkan şöyle düşünüyordu; o zamanlar kalacağı yerde yok –bir kere cezaevine düştünüz mü artık yurtlarda da kalamıyorsunuz, ev bile kiralayamıyorsunuz, sabıka belgesi istiyorlar- böyle bu durumu arkadaşlarıyla tartışıyor. Sanırım bazı arkadaşları: “Karadenizli öğrenciler var. Evleri geniştir, sen rahatlıkla onların yanında kalabilirsin” diyor.
Başkan çıkar çıkmaz Haki arkadaşların kaldığı yere gidiyor, durumunu anlatıyor. Yerinin olmadığını bundan sonra burada kalmak istediğini söylüyor. Adreslerini nereden aldıklarını da söylüyor ve o tarzda kalıyor.
Benimle tanıştıktan sonra kaldığı eve gelmemi istedi. Verdiği adrese gittiğimde Başkan evdeydi. Haki ve Kemal dışarıdaydı. Evde Kemal Pir, Haki de kalıyordu. Karadenizli bir başka öğrenci daha kalıyordu –Fehmi, çok güzel resim yapıyordu-, sanırım Dersimli İbrahim Aydın ve Faruk adında Diyarbakırlı birisi de kalıyordu. Odaya girdiğimde ilkin dikkatimi çizilmiş resimler çekti. Evde kalan tüm arkadaşların resimleri çizilmişti. Daha sonra diğer arkadaş, Kemal ve Haki de geldi. Arkadaşlarla tanıştım. ‘72 yılının sonlarına doğruydu. Deyim yerindeyse Başkan’ın fikirlerini ilk paylaştığı kişiler onlar oluyorlar. Başkan Kemal Pir’le yarım saat konuştuğunu söyler. Muhtemelen tüm görüşlerini kısa yarım saatte anlatmış olmalı. Fakat Başkan Haki arkadaşla daha kapsamlı konuşmuştu. Kemal’i bir yere oturtamazdınız. İki saat durmazdı, gezerdi sürekli bir ilişki akışı içinde Kemal’i yakalayabilirdiniz. Onun için ilişkilerinden kopmuş bir Kemal Pir’i görmek mümkün değildi. Haki Başkan’ın ikizi gibiydi. Onları hep birlikte görmek farklı bir görüntüydü. Kaldıkları ev, bir tartışma yeriydi.
Daha sonra ‘73 seçimleri oldu. O yıl, Ecevit epey oy oldu, yüzde 46 civarında oy solun CHP eksenli solun aldığı en büyük oy oranıydı. Ancak yine de tek başına iktidar olamıyordu. Milli Selamet Partisi vardı Erbakan’ın partisi, ikisi birlikte koalisyon hükümeti kurdular. İlk icraatları genel af çıkarmak oldu. Tam istenen ve beklenen de olmadı. Fakat daha sonra Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurular ile genel affa dönüştü. O dönem cezaevinde bulunan devrimcilerin çoğu dışarı çıktılar. Başkan hep onlarla görüşüyor ve yapılması gerekenleri ortaya koyuyordu. Sorunu tanımlamak, daha güçlü örgütlenme ile ortaya çıkmak, iki halkın mücadele birliğini geliştirmek ve devrimi gerçekleştirmek iddiası. Başkan’a çok fazla itiraz eden yoktu. Düşünce olarak Başkan’ın karşısında söyleyecekleri fazla bir şey yoktu.
O dönem her fakültede öğrenci gençlik derneklerini yaratmak istiyordu. Kendisi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyordu. Ankara’da bu çerçevede ilk kurulan gençlik derneği SBF Öğrenci Derneğidir. Yönetim kurulu tamamen Başkan’ın inisiyatifiyle oluşturuldu. O zaman ben yönetim kurulunda yer aldım. Mesela bizim derneğin yönetim kurulu başkanı Yunus Isın diye bir arkadaşımızdı. Yunus, Eskişehirli Türk’tü.Daha sonra ETI fabrikalarının sahibinin kızı ile evlendiğini duydum.
Öğrenci çevresi Dev-Genç çevresiydi, THKP çevresiydi. Ama bu Başkan için yetmiyordu. Çünkü O’nun sadece kendi fakültesindeki öğrencileri örgütlemek hedefi yoktu, en azından Ankara’daki tüm öğrenciler ile ilişkiler kurarak genelleştirme isteği vardı. Kurulan dernekleri birleştirip üst çatı örgütlenmeyi oluşturmak istiyorlardı. TSİP çevresindeki gençler bir araya gelip Ankara’da Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği, kısa adıyla ADYÖD’ü kurmuşlardı. Bu dernek iddiası itibariyle kitlesel bir örgütlenme olsa bile özü itibariyle bir eğilimin sempatizanlarını bir araya getirmeyi içeriyordu. Bunun yerine Başkan’ın ağırlıklı girişimleri vardı. Bu durumu düzeltmek üzere girişimleri oldu. Dernek yönetimi şuna ikna edildi. Her fakülteden temsiller seçilecek bunlar bir araya gelecek, örgütlenmenin ilkelerini oluşturacak ve yeni yönetim oluşturulacaktı. Bu yönetim ADYÖD’ü devralacak. Derneği gerçekten kitlesel bir derneğe dönüştürecek. Temsiller seçildi. Mesela Haki arkadaş Fen Fakültesinin temsilcisiydi. Kemal Pir arkadaş Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin, Fatma Gazetecilik Yüksekokulu temsilcisiydi, Siyasal Bilgiler Fakültesinden Başkan vardı. Bizler de hepimiz katıldık. Bu temsiller bir araya geldiler. Diğer insanları öğrenciler çok fazla tanımıyorlardı.
Başkan fiilen hep içindeydi. Herkes onu tanıyordu. Yönetim kurulu da onu tanıyordu. Etkili bir isimdi ve dikkate alınıyordu. Kimse O’nu direkt karşısına almıyordu. Mesela Kürt milliyetçisi hareketler ADYÖD’e katılmadılar. Onlar dışarıda kaldı, bu da çok ilginçtir. Apocu harekete katılanlar aktif olarak ADYÖD’e katıldılar. Halkların birliği ile sonuç almak çok önemliydi. Birisi DDKD adına çıktı, ajitatif bir konuşma yaptı sözüm ona, önümüze atılacak bir kemik parçası için hırlaşacak kadar küçülmedik, gibi sözü hala hatırımdadır. Anlamsız bir şey. Yani bir Kürt ADYÖD’ün başkanlığında yer alabilir ama bunu bir kemik olarak algılıyor. Kemik yerine biraz yağlı olsa muhtemelen yiyecekler aslında. Eski DDKO’dan daha geri olarak DDKD’yi kurdular. Şimdi, dernek bu çerçevede yeni bir yönetim kurulu oluşturdu. Fiili ve resmi yönetimler vardı. Başkan derneğin başkanlığını da üstlendi. Nasuh Mithat önerdi Başkanı, o dönem THKP-C’nin önde gelen militan kadrolarındandı.
Dernek çok aktifti. Gençlikte büyük bir eylemlilik havası vardı. Bir de o dönem özellikle kontrgerilla tarzında faşist örgütlenmeler geliştiriliyordu. Gençlik içinde böyle bir MHP çabası da vardı. Bazı yurtlar onların denetimindeydi. 12 Mart darbesi onlara çok fazla karışmadı. Faşist örgütlenmenin de önüne geçmek gerekiyordu, fakültelerde hep kavga oluyordu. ADYÖD’ün temel özelliği, hiçbir fraksiyonun etkisinde olmamasıydı. Genelde herkesi tüm sol eğilimleri içinde taşıyabilmesi, ama bunu somut ilkelere dayandırmasıydı. Bunda da Başkan Apo’nun rolü vardı. Başkan’ın birleştirici bir karakteri vardır, ayıran değil. Sentezcidir Başkan. Parçalara ayıran değil, bütünleştirendir. Modern bilimde olguyu ve parçaları ayır hep vardır. Bu modern bilimin karakteristik özelliğidir. Bilimin toplumsal olaylara ve olguya yaklaşımı da budur. Başkan’da o dönemde sentez gelişim öne çıkıyor. Ayrılıkçılık DDKD’de somutlaşıyordu. Zamanla örgütler parçalandı ve daralan hale geldiler.
Ama Başkan herkesle ilişki kuruyordu. Özellikle Kürt gençleri arasında insan kazanmaya çalışıyordu. Deyim yerindeyse kulaklara fısıldıyor, herkesle tek tek konuşurdu. Benimle ilişkisi ayrı, Hayri ile ilişkisi ayrıydı. Hepimizi çok iyi tanıyordu. Başkan, sanırım Mart sonunda bizi bir araya getirdi. Hepimizi topladı. Arabaya bindik, bizi Çubuk Barajı yakınlarında ormanlık bir alana götürdü. Başkan dışında Halil Aslan, İbrahim Bingöl ve Mustafa Aksakal ve Musa Erdoğan’dı. Başkan ile birlikte altı kişiydik. Hepimiz Kürt kökenliydik. Başkan’ın daha önce bizlerle tek tek anlattığı şeyleri bu kez toplu olarak anlattı. Diğerleri nasıl yaklaştı bilemiyorum ama benim şu beklentim vardı. işte Başkan da belirtti biz artık bu görüşleri savunan bir grubuz. Teorik araştırma inceleme yapacağız, gruba insan kazanacağız biçimindeydi yaklaşımım.
İnsanın hayalleri mevcut gerçeklerin dışına çıkmaz. Bizim hayallerimiz de diğerleri gibi olabilmekti. Denizler gibi olmak mesela. Maddi ihtiyaçlarımız var diyelim. Bunu gidermek için kaynak bulabilmeliyiz. Başkan ne zaman bize bir banka soyalım, silah bulmamız lazım diyecek diye hep bekliyordum. Yüzeyseldir ama hep böyleydi. Öncekileri örnek alan bir yaklaşımım vardı. Ama Başkan hiç de benim beklentilerime göre hareket etmedi. Bu çok önemlidir. Daha farklı bir yaklaşımın sahibiydi. Başkan bizi yeni şeylere yöneltiyor. Hayallerimizin yanlışlığını koyup daha sağlıklı hayallere yöneltiyordu. Bu Başkan’ı bizden ayıran farkıydı. O dönemde kişileri çok fazla tanımanız mümkün değil. Anlatırsınız, evet derler. Ama art niyetli oldukları anlamına gelmez. Mesela Halil Aslan okumayı tercih etti. İbrahim Bingöl, Halkın Kurtuluşu örgütüne katıldı. Bunların okumaya niyetlerinin olmadığını seziyorlardı. Mesela Musa Erdoğan da dost kalamadı. Mustafa Aksakal, daha sonra Kawa’cı oldu. Grubun yanında bir ben kaldım. Yıllar geçtikçe grubumuz giderek büyüdü. Başkan bir gün birlikteyken bana: “Birlikte kalmamız daha iyi olacak. Bir eve çıksak iyidir. Seni Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden birisiyle tanıştıracağım” dedi.
ADYÖD’e gittiğim süreçte Cuma ile tanıştım. Yukarı Ayrancı’da zemin katta bir ev kiralamışlardı. Geniş, odaları fazlaydı ama kalorifersiz bir evdi. Kış için dokuz yüz kilo kadar kömür aldık ve o evde kalmaya başladık. Ev yoğunlaşmak için uygundu. Bir kanepemiz vardı, sandalyeler masamız vardı. Salon ikiye bölünmüştü. Biz ortaya tül perdeler asmıştık. Orası bir yoğunlaşma yeriydi. Başkan genelde orada okurdu. Önünden geçerken çok sessiz geçerdik. O dönemin temel yoğunlaşma biçimi okumaydı.
Zamanla gruba katılmak üzere başka arkadaşlar eve geldiler. Daha sonra oraya Kürdistan büyükelçiliği isim verilmişti. Ev okulumuzun olduğu yere biraz ters düşüyordu.
Başkan bizi sabahları evden çıkınca yürütürdü. Oradan yukarıya doğru Genelkurmay’ın önünden Kızılay’a gelirdik. O zaman otobüse binerdik. Bu bir tür spor yapmak anlamına geliyordu; hem de paradan tasarruf anlamına geliyordu. Öğrenci pasoları o zaman 50 kuruştu. böylelikle günde üç lira tasarruf yapmış oluyorduk. Değerli bir paraydı. Tabii, her birimiz yoksul öğrencilerdik. Ama Başkan’ın bankada biraz parası vardı. Bir gün biraz para çekti, memurken kazandığı paralardı. Burs alıyorduk, kredi alıyorduk, 335 lira alıyorduk. Yemek, yol, kitap parasını karşılıyorduk. Ay sonunu karşılamaya yetmiyordu. Başkan’la yol yürüyüşlerimizde genelde tartışırdık. Bazen türkü de söylerdi. Çok güzel bir sesi vardı. O dönemde bizim sanatla uğraşmamızı da söylerdi. Bir gün okulda olaylar çıktı. Polis müdahale edince biz derneğe geldik. Derneği polis bastı ve herkesi alıp götürdü. O zaman Kemal Pir, Abbas da vardı. Başkan ve Fatma’ydı. Önümde Kemal Pir vardı, bana:
– Kaçalım mı?, diye sorunca ben de:
– Kaçmak istemiyorum benim gidip emniyet sarayını görmem lazım, dedim.
İlginçtir, görüp işkence sınavından ben de geçmek istiyordum. Kemal hemen önümdeydi. Kemal polislerin arasından sıvışıp geçti, kurtuldu. Ben şaka yaptığını sandım. O kalabalığın içinden kaçmak kolay değildi. Emniyet sarayına gittik. Toplam 162 kişiyiz. Polisi protesto ettik, öğrenciler meydana geldi. Uzaktan işaretler ile anlaşıyorduk. Bazı köpükten maddeler vardı, açlık grevinde olduğumuzu söyledik. Dışarıya haber yolladık. Üç gün açlık grevinde kaldık. Akşam saatleriydi. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Bir gün tartışmadan ‘sırayla türkü söyleyelim’ dedik. Benim sesim güzel olmadığı için arka sıralara geçtim. Bir-iki kişi söyledikten sonra üçüncü sırada Başkan vardı. Başkan Ali Ekber Çiçek’in seslendirdiği:
“Şu yüce dağları duman kaplamış,
yine mi gurbetten kara haber var.
Bu sabah burada biri ağlamış
çimenler üzerinde gözyaşları var…” türküsünü söylemeye başladıktan sonra kimseden çıt çıkmıyordu. Birkaç saniye sonra polisler de içeriye girip, Başkan’ı dinlediler. Onların da dikkatini çekmiş olmalı ki dinlemeye geldiler. İçlerinden bir polis gidip Başkan’a “Keko bir tane de Kürtçe söyle” dedi. Kürt bir polisti. Başkan Kürtçe türkü bilmediğini söyledi. O zamanlar polis teşkilatı bütünüyle faşistlerin elinde değildi. Her kurum kendi içinde iki kampa bölünmüştü.
Bizi Mamak’a götürdüler. Açlık grevimizi devam ediyordu. Orada bir hafta falan kaldık. Başkan hemen bir eğitim düzeni oturtmaya çalıştı. Felsefe üzerine tartışmalar planlandı. Bilek güreşi yapalım diye öneriler geldi, kabul edildi. Benim karşıma bir genç çıktı, zayıftı da ama ilk turda bileğimi büktü, eledi beni. Abbas arkadaş kendi grubunda birinci oldu, öne çıktı. Başkan ile Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesinden Kemal diye biriyle karşılaştı. Kemal’in çok güçlü pazuları vardı. Yenişememe gibi bir durum çıktı ama sonunda Başkan’ı zorladı ve kazandı. Abbas arkadaş ile karşılaştılar sonra daha ilk başta Abbas arkadaşın bileğini bükünce Abbas arkadaş vazgeçti. Ve Kemal adındaki o arkadaş birinci, Abbas arkadaş ikinci, Başkan üçüncü oldu. Başkan, Abbas arkadaşa:
– İkinciliğini kabul etmiyorum, ben seni yenerim dedi. Abbas arkadaş da:
– İşleyiş öyle değil deyip güreşmedi.
Bu tutuklamada Fatma da vardı, muhtemelen başka bayanlar da vardı. Onlar ayrı koğuşlara alınmışlardı. Sonra biz mahkemeye çıktık. Başkan mahkemede neler söyleyeceğimize dair bize epey bir doğrultu kazandırdı. İstisnasız hepimiz ifade vermeyeceğimizi söyledik. Polisin yasal derneğimizi bastığını ve bu durumda kendisinin hatalı olduğunu söyledik. Hepimiz bırakıldık o mahkemede. O zaman Başkan daha önce de tutuklandığı için, gazetelerde yine yer almıştı.
ADYÖD kapatıldı. ADYÖD, bağımsız bir grup olarak ortaya çıkmada belirleyici bir rol oynadı. Gençlik bir daha bütünlük olamadı. Bunun yerine solun ‘70’lerin ortalarının başında parçalanmasına paralel olarak, gençlik hareketi bir parçalanmayı yaşadı. Farklı görüşler farklı oluşumlara gittiler.
THKP-C hareketi AYÖD diye yeni bir dernek kurdu. O derneğin zaman zaman bazı toplantılarına katılarak nabızlarını ölçmeye çalıştık. Burada esas olan Başkan’ın yaklaşımlarıydı. Her grup ve çevre ile tartışmalarını sürdürdü. Ancak onlar da kendi gerçek yüzleriyle ortaya çıktılar. Kürt hareketine karşı sosyal şoven “yüz” belirgin olarak öne çıkmaya başladı. Artık Başkan bundan sonra bağımsız gruplaşmaya, Kürdistan devriminin iskeleti doğrultusunda bir grup oluşturma çabasına hız kazandırdı.
Üniversitede de epey öğrenci vardı. Artık dar Siyasal Bilgiler Fakültesi dışına da çıkmıştı. Grubun nitelik bileşimi çok çarpıcıydı. Hayri Durmuş ve Mazlum Doğan katıldılar. Hacettepe Üniversitesinde okuyorlardı. O sırada Hacettepe’de Dersim kökenli bazı öğrenciler de okuyordu. Şahin Dönmez vardı, daha sonra ihanet etti.
Hayri ve Mazlum’un durumu çok farklıydı, nitelikli kişilerdi. Kaliteli insanlar, gençlerdi. Mazlum hep araştıran inceleyen bir arkadaştı. Mazlum: “Elime para geçer geçmez mümkün olduğu kadar piyasa çıkan sol çevrelerce çıkartılan dergileri alacağım”, diyordu. Mazlum ve Hayri deyim yerindeyse daha önce beynine ve yüreğine uygun bir hareketi bulamamıştı. İsmini yeni duyduğu Apocu hareketin, özelde Kürdistan genelde Türkiye üzerine görüşleri, dünya bakışından etkilenmişti. Daha sonra Başkan Apo ile tanışıp, gruba katılmışlardı.
Mazlum’da sınır tanımayan bir öğrenme; anlama, kavrama ve değiştirme istemi yoğundu. Bu açıdan bizde Apocu hareketin Kürdistan devriminin teorisinin şekillenmesinde Mazlum’un katkıları oldu. Mesela biz genelde Marksist klasikleri okurduk. Ama Mazlum’un kapasitesi çok genişti. Farklı kitapları da okurdu. Örneği Osmanlılarda ilk kopma hareketi nasıl başladı. Osmanlı bütünlüğünden ilk kopanlar Yunanlılar, daha sonra batıdaki devlet kurma amaçlı hareketler vb. hepsini o zaman inceliyordu. Çok geniş bir tarih bilincine sahipti. Ayrıca Milli Kütüphaneye gidip araştırmalar yapıyordu. Bu arkadaşların harekete katılımları Başkan Apo’nun yalnızlığını gidermede önemli bir rol oynadı. Bizlerin kapasiteleri biraz daha sınırlıydı. Ufkumuz sınırlıydı, bilimsel yöntemle tanışmış değildik. Kırsal kesim özelliklerimiz ağır basıyordu. Bu açıdan bizdeki sınırlılığa rağmen onlardaki gelişme çok daha çarpıcıydı.
Örneğin Kemal çok fazla okur görünmüyordu ama gerçeği en mükemmel tarzda çözümleyebilen, gerçeğe en somut biçimde ışık tutabilen arkadaşların başında o gelirdi. Harika bir çözümleme gücü vardı.
Başkan’ın sosyalizme en büyük katkısı yaptığı çözümlemelerdir. Tarih ve kişilik çözümlemeleri gibi. Kemal de bu yetenek vardı. Bu da kişilerin yüksek duyarlılığından geliyor. Başkan’ın en büyük karakteristik özelliği yüksek duyarlılığıdır. Bu, onda sezgi gücünü artırıyor. Rasyonel davranmak bunun bir yanı bazen elde somut veriler o kadar azdır ki, tahlilde çok zorlanabilirsiniz. Böyle bir durumda sezgi gücü devreye girer. En yoksul somuttan bile hareket edersiniz en genişe ulaşabilirsiniz. Yalçın Küçük’ün “Abdullah Öcalan sezgileriyle politika yapan bir önderdir” biçiminde bir belirlemesi vardı. Bu bana hep çok çarpıcı geldi. Bu duygusal zekanın büyük gücünü de gösteriyor. Başkan da öylesi yaklaşımlar vardı. Mesela “Bazılarının cesareti benden uzak olsun, bende tavşan yüreği var” diyordu.Yani yaşama karşı saygınız büyükse, karşısında ibadet eder gibi yaklaşıyorsanız yüreğinizin tavşan gibi olması gerekir. Yoksa duyarsızlık sizi bitirebilir de. Karşısına dikildiğiniz, boşa çıkarmak istediğiniz inkar ve imha sistemi sizi yok etmek istiyor. Bunun karşısında son derece yüksek hassasiyetle durabilirsiniz. Duyargalarınız müthiş olur. Her şeyi anında sezersiniz. Bu sizi tedbir almaya zorlar ve düşmanın ulaşamayacağı bir ölçüde tedbirler alırsınız. Başkan hep böyle yaptı. Düşmanın kolay kolay ulaşamayacağı bir kişilik oldu, ruhsal ve fiziki, duygu ve düşünce düzeyinde düşman asla ona ulaşamadı. Bu konudaki özgürlüğünü hep korudu.
Bir de Başkan’ın sürekli kaygılı ve kuşkulu bir karakteri var. Başkan öyle bir kişilik ki, normal bir çözümleme onu tatmin etmiyor. Gerçeğin tümünün sırrına vakıfsanız kuşkularınız giderilebilir. Evrendeki tüm olguların anlamını çözebilecek bir dilbilgisine sahipseniz, kurdun kuşun, dağın taşın dilinden anlayabiliyorsanız, o zaman kuşkulara gerek kalmaz. Başkanın arayışları hep vardı. Ulaştığı düzeyler herkesçe mucizeydi. O açıdan şu anda özellikle de AİHM savunmaları sonrası Başkan’ın yakaladığı düzey çok farklı. Deyim yerindeyse Başkan gerçeğin dilini, insanın dilini çözdü. Cosmos denilen insanın ilkesi uyarınca eski kuşkulu durumdan kurtulduğunu söylüyor.
Grup büyüyünce gruba ilk defa olarak bir bayan da katıldı. Bizim için bayrak sevinci gibiydi. Sosyalizmi anlamaya çalışıyorduk. Kadının katılmadığı bir devrim gerçek bir devrim olamaz diyorduk. Kadının özgürlük düzeyi, toplumun özgürlük düzeyini belirler. Bunlar bizim ilkesel yaklaşımlarımızın özünü oluşturuyor. Kadınların fiili olarak katılmasıyla birlikte pratik uygulama sahası nasıl olacak? Üniversite gençliği içinde Fatma bizimle ilk ilişkilenen bayan oldu. Fatma dikkatimizi çekti; ama herkesten önce Başkan’ın dikkatini çekmişti. Başkanın öyle bir özelliği var; bir farklılık bir aykırılık hep dikkatini çekerdi. Hep tehlikenin içine yürüyen biri, elini ateşin içine sokmaktan kaçmayan biri. Elinin yanmaması için tedbir de almaya çalışıyor. Başkan herkesten kaçan değil. Fatma, ADYÖD’ün kuruluş sürecinde okul temsilcisi olduğu için toplantılara katılıyordu; çok fazla tartışmalarına tanık olmasam da, duruşu herkesten çok farklıydı. Her şeyden önce olgun ve bilinçli biriydi. Hiç kimsenin beklemediği ölçüde olgun, rafine bir kişilikti. Öğrenci havası vardı. Öğrenciler kıpır kıpırdırlar mesela. Bazen ciddi olurlar bazen hiç olmadık şakalar yaparlar. Fatma’nın davranışları her koşul altında olgundu, dikkatleri çekiyordu. Kendisi o süreçlerde THKP-C sempatizanıydı. Fakat hareket ile onu tanıştıran Dilaver Yıldırım adında bir arkadaştı. ikisi de Mazgirt’liydi.
Fatma’yla birlikte bir de Şenay Balo adında Arnavut asıllı bir arkadaşı gelmişti. Daha sonra bizim bir sempatizanımızla sahte bir evlilik yaptı, Türkiye vatandaşı oldu sonraları. O çok dikkat çeken biri değildi.

Devam Edecek…

PaylaşTweetGönderPaylaşPaylaşGönderTara
Önceki yazı

GÜNDEM 27 OCAK 2023

Sonraki Yazı

Zafer yolunun direnişçileri – Şehit Adar Çiya

Sonraki Yazı
Zafer yolunun direnişçileri – Şehit Adar Çiya

Zafer yolunun direnişçileri – Şehit Adar Çiya

DGH Hüseyin Fırat Birimi’nden işbirlikçilere dönük eylem

DGH Hüseyin Fırat Birimi'nden işbirlikçilere dönük eylem

Sanal Medya

Manşet

  • Hesekê’de genç kadın çalıştayı
  • İşgal saldırıları aralıksız biçimde devam ediyor
  • CPT raporunda İmralıya dair açıklamada bulunmadı
  • HPG: “Cemal yoldaşımızın şehadeti biz geride kalan yoldaşları için zafer emridir”
  • Sabri Ok: “PKK Rêber Apo ile doğdu”
  • HBDH YK: “Kızıldere’de yakılan Birleşik Devrim ateşi mücadelemizde sürüyor”
  • Yurtsever Genç Kadınlardan 4 Nisan Kutlaması
  • Kızıldere Şehitleri Anısına

En Çok Okunanlar

  • HPG: “Cemal yoldaşımızın şehadeti biz geride kalan yoldaşları için zafer emridir”

    HPG: “Cemal yoldaşımızın şehadeti biz geride kalan yoldaşları için zafer emridir”

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Kızıldere Şehitleri Anısına

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Yurtsever Genç Kadınlardan 4 Nisan Kutlaması

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • TKP-ML TİKKO: “Biliyordu ki, özgürlüğe inanan ve çarpan bir yürek varsa ölüm yok olur”

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Sabri Ok: “PKK Rêber Apo ile doğdu”

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • HBDH YK: “Kızıldere’de yakılan Birleşik Devrim ateşi mücadelemizde sürüyor”

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • Komutan Fazıl Botan Mexmûr’da anıldı

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • HSM: Fazıl yoldaş bir dervişlik abidesiydi

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • PKK: Büyük komutan Fazıl yoldaşın anısını yaşatacağız

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
  • GÜNDEM 30 MART 2023

    0 paylaşımlar
    Paylaş 0 Tweet 0
Nûçe Ciwan

Copyright © Nûçe Ciwan 2018. Tüm hakları saklıdır.

Dil

  • Kurmancî
  • سۆرانی
  • Türkçe
  • Deutsch
  • English

Bizi Takip Edin

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Dil
    • Kurmancî
    • سۆرانی
    • Deutsch
    • English
  • Anasayfa
  • Haberler
    • Kurdistan
      • Bakur
      • Başûr
      • Rojava
      • Rojhilat
    • Ortadoğu
    • Avrupa
    • Dünya Çapında
  • Derinlik
    • Analiz
    • Röportajlar
    • Açıklamalar
  • Gençlik
    • Öğrenci
    • Enternasyonal
    • Eylemler
    • Werin Cenga Azadiyê
  • Önemli Başlıklar
    • Önder Apo
    • Şehitler Anısına
    • Devrimci Halk Savaşı
    • Kimyasal silahlar
  • Özel
  • Tüm Haberler

Copyright © Nûçe Ciwan 2018. Tüm hakları saklıdır.